Yaşam

Ece Dizdar ‘Mükemmel’i anlattı: Ortaya bir soru bırakmak istedim

“Çekmeceler”, “Aşk, Büyü Vs.” filmlerinin ödüllü oyuncusu Ece Dizdar’ın yazıp yönettiği “Mükemmel” adlı kısa filmi, bu yıl 61’incisi düzenlenen 61. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin Ulusal Kısa Film Yarışması’nda Jüri Özel Ödülü’nü aldı.

Ece Dizdar’ın yönetmenliğini yaptığı ilk film de olan “Mükemmel”, Azra adlı yeni doğum yapmış bir kadını odağına alıyor. Azra bir yandan, çevresinin baskılarına karşı gelip yenidoğan oğlunun sünnet ettirilmesini engellemeye çalışırken, bir yandan da lohusalığın güçlendirdiği bebeğini koruma içgüdüsüyle, yaratılmış bedenin mükemmelliğini sorgular.

Ece Dizdar’la “Mükemmel”i konuştuk.

Ece Dizdar

Filmin fikri nasıl ortaya çıktı? Yeni annelik ve bebeğin ‘mükemmelliği’ teması etrafında gelişen hikayeyi nasıl şekillendirdiniz?

Bebeklerin çaresiz edilgenliği ve küçüğün bedenine müdahale, beden bütünlüğü, çocuğa saygı, çocuğun üstün yararı… Tüm bu konular, her zaman ilgimi cezbetmiş, üzerine düşündürtmüştür. İki sene önce beş arkadaşım birden doğum yaptı, onları gözlemlerken, o bebeklerin eşyaları setime dekor oldu. Son günlerde önümüze düşen kan dondurucu yenidoğan haberleri ise, bu temayı tekrar tekrar açıyor zihnimde. Edilgen bebeğin hakları.

‘ORTAYA BİR SORU BIRAKMAK İSTEDİM’

Filmde sünnet meselesi de işleniyor. Sünnet, hem bireysel hem de kültürel açıdan güçlü bir sembol. Filmde bu ritüelin bedene dair toplumsal normlarla ilişkisini nasıl kurdunuz? Bu konuyu ele almanızdaki motivasyon neydi?

Aslında ilk soruda verdiğim yanıtı tekrarlayabilirim. Buna ek olarak da, normal kabul edilen, toplumun hiçbir kesiminin sorgulamadığı bir eylem varsa o da hep dikkatimi cezbeder. Toplumun en zengininden en gelir seviyesi düşük kesimine, herkes aynı davranış içinde, konuşmadan, tartışmadan erkek doğan her bebeği sünnet ettiriyor ve bu normal kabul ediliyor. Kimi sağlık, kimi din, kimi gelenek görenek sebepli. Halbuki bedenden bir parça ayrılıyor her seferinde.

Biraz da, bir soru bırakmak istedim ortaya. Bunu da entelektüel bir yerden, didaktik şekilde tartışmak yerine, lohusa bir annenin bebeğine dokundurmak istememesi üzerinden, yani içgüdülerin uyandırmış olduğu bir refleks yerinden tartışmak istedim. “Bir parçasını fazla mı doğurmuşum ben bu çocuğun?” Lohusa anne için o an çok geçerli bir soru bu işte.

Filmde hem annelik hem de sünnet gibi bedensel konular üzerinden modern toplumda kadının ve çocuğun bedenine yapılan müdahaleler üzerine nasıl bir mesaj vermek istiyorsunuz?

Aslında mesaj vermek son istediğim şey. Ben asıl, soru sormak istiyorum. Gelin bu normalleşmiş konuyu hep birlikte düşünelim diyorum.

Filmde yeni annelik temasına odaklanırken, bebek bakımının yanı sıra iş konusunda da anne ve baba arasındaki sorumluluk eşitsizliklerine de değiniyorsunuz. Toplumun genellikle annelerden beklentilerini ve babaların bu süreçteki rollerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Filmde babamız ilgisiz, şefkatsiz bir baba değil. Anlayışsız hiç değil. Ancak hem iş yeri hem aile hem de toplum baskısının anneye yüklediği baskı karşısında onun da zayıf kaldığını görüyoruz. Oysa söylediği her şey doğru. Gerçekten de bu toplumda bu kararı almak çok zor. Okul, askerlik, evlilik… Oysa ebeveynler bebeğe eşit koşullarda bakım vermeli, iş ve süt izinleri dahil her tür yasal düzenleme buna göre olmalı. Tabii ki bunu savunuyorum ancak “Mükemmel”in ana temalarından biri değil bu.

Serdar Orçin

‘YAZARLIK BANA ÇOK ÇIPLAK HİSSETTİRDİ’

Yönetmenlik koltuğuna geçme deneyiminizden bahsetmek ister misiniz?

Yönetmenlikten ziyade yazarlık çok çıplak hissettirdi bana. Oyuncu Ece olarak defalarca sahnede ya da beyaz perdede bedenen ya da duygusal olarak çıplak kalmışımdır. Hiçbir şey bana bunu yazdığımda ve yönettiğimdeki kadar çıplak hissettirmedi bugüne dek. Tüm kabukları soyup, “Buyurun ben böyle düşünen biriyim; o, şu, bu değil sorumlusu, benim hesap soracağınız kişi” demek gibi bir şey. Ürkütücü yoğun bir duygu durumuydu.

Kısa film formatını tercih etmenizin özel bir nedeni var mıydı? Bu hikaye uzun metrajda nasıl bir anlatıya dönüşürdü?

Bu hikaye aslında bir uzun metraj materyali bana göre. Çok rahatlıkla bir uzun film çıkabilir bu hikayeden. İlk kurgumuz 25 dakikaydı hatta. Hem deneyim olarak uzun metraja cesaret etmem mümkün değildi hem de ben ciddi bir kısa film sevdalısıyım. Ömür boyu sadece kısa filmde çalışabilirim. Buna oynamak, yazmak, izlemek, yapımcılık yapmak, jürilik yapmak, yönetmek de dahil.

‘İŞİNİ BİLEN BİR EKİPLE, ÇOK HIZLI ÇALIŞTIK’

Özlem Öçalmaz, Serdar Orçin, Ayşenil Şamlıoğlu ve Bilge Yıldız gibi oyuncularla çalışmanın yaratıcı sürece nasıl katkısı oldu? Özlem Öçalmaz ve bebeğiyle çalışma programı nasıl oluşturuldu?

Setimizde gerçek bir yenidoğan ve gerçek bir lohusa anne vardı. Herkes için paha biçilmez bir deneyimdi. Uyuma emme saat aralıklarını yardımcı yönetmenimle birlikte titizlikle planladık. Toplamda 20 saatimiz vardı. Görüntü yönetmenimiz Eyüp Boz çok pratikleştirdi her şeyi bizim için. İşini bilen bir ekiple, çok hızlı çalıştık. Anne ile öncesinde, emzirme aralarında provalar yaptık. Sette bir bebek odamız vardı ve bebek, baba ve anneannesiyle birlikteydi her daim. Bazen yediğimiz yemekler, bazen odanın ısısı, Bilge’nin kıyafetlerinin yıkandığı sabuna kadar dikkatlice düşünülmeliydi. Elimizden geleni yaptık diyebilirim. Bebeğin anne ve babasıyla karşılıklı güvenle ilerledik hep. Sevgili Pelin Esmer’in bize yolladığı sinema dummy bebeği, Bilge’yi oynatmak istemediğim sahnelerde çok işimize yaradı. Bilge yalnızca 4 sahnede oynuyor. Bilge bir kız bebek bu arada ve doğar doğmaz cinsiyetleri aşarak oyunculuk yaptı. Ayşenil ise, benim yazıp yöneteceğimi duyduğu an senaryoyu bile okumadan çalışmayı kabul etti. Serdar ise daha kağıda ilk harf düşmeden projeden haberdardı, en başından beri, ve ilk okuyan da o oldu. Hepsine minnettarım.

Özlem Öçalmaz

Filmin, seyircilerde nasıl bir duygu yaratmasını istiyorsunuz?

Film, Antalya’daki iki gösterimde istediğim atmosferi çoğunlukla yakalamış göründü bana. Çıkışta tahminimden de çok kişi soruları, yorumları, bu konudaki özel hikayeleriyle geldi bana. Çoğunlukla da erkekler. O kadar çok hikaye dinledim ki, bunu ne kadar çok konuşmaya ihtiyacımız olduğunu anladım. Aklıma düşen bu fikir aslında toplumda yavaş yavaş uyanan bir soru dalgasının bana izdüşümüymüş. Bazı doktorlar araştırma alanları olduğu için özellikle görmeye gelmişlerdi. Bu beni havalara uçurdu elbette. Aklımda kalan en güzel soru ise şu oldu “Bizim bunu konuşmaya iznimiz var mıydı?”

Altın Portakal’dan ödülle döndünüz, filmin festival yolculuğu devam edecek mi?

30 Ekimde Portekiz yolcusuyuz. 31 Ekim’de Olharres do Mediterraneo Kadın Filmleri Festivali’nde yarışmada filmimiz. Daha sonra da kasım ortası İzmir Kısa Film Festivali’nde. “Mükemmel”, Türkiye’deki her şehri gezsin çok isterim .

haberbaykan.com.tr

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu